4 Mart 2009 Çarşamba

Oyun Soundtrack'leri Bölüm 3


Bir başka ünlü besteci de, Danimarkalı Jesper Kyd'dir.









Jesper Kyd, en çok "Hitman: Codename 47" oyun serisiyle tanınmıştır.










Hemen ardından ise, "Freedom Fighters", "Unreal Tournament", "Kane & Lynch", "Assassin's Creed", "MDK 2" ve "Splinter Cell" gibi oyunların da müziklerini besteleyerek kendini kanıtlamıştır.


Özellikle, orkestral kompozisyonlara elektronik müzik öğeleri ekleyerek kendine has bir tarz oluşturmuştur. Doğu ezgilerine olan hayranlığı da bu tür müzikleri yazmasında etkili olmuştur. Çünkü çoğu şarkısında tambur, darbuka, ud, ney, kanun, sitar gibi etnik enstrümanlar kullanmıştır.

Orkestral kompozisyonları ne kadar başarılıysa, elektronik besteleri de bir o kadar iyidir. Bazen sizi bir batakhane diskosuna, bazen bir sisli Moskova gecesine, bazen de bir otantik Hong Kong atmosferine götürür. Her tema için bir müzik besteleyebilir.

Mutlak surette dinlenmesi gereken parçaları;



Hitman Serisi:

- Slaughter Club
- Hong Kong Under Ground
- Rocky Mountains
- Funeral
- Apocalypse
- Vegas



Freedom Fighters:

- Fight For Freedom



Assassin's Creed:

- City of Jerusalem
- Jerusalem Horse Ride

Ayrıca, "Hitman 2: Silent Assassin" oyununun soundtrack'inde "Dreams of Istanbul" isimli bir parça mevcuttur. Oyunda bir İstanbul görevi veya bölümü olmamasına rağmen niye böyle bir parçanın bulunduğu meçhuldür. İlginç bir şekilde içerisinde Hint ezgileri de barındırmaktadır. Ancak, yine de çok uyumlu durduğu konusunda hemfikir olunabilir. Gayet mistik bir havası var şarkının. Sanırım, bir ara Kyd'in yaptığı bir açıklamada; "Istanbul, her zaman müziklerime ilham kaynağı olan şehirlerden biri olmuştur." demişti. Galiba bu şarkının sebebini açıklar bizlere...


Oyun Soundtrack'leri Bölüm 2


Oyunların soundtrack'leri konusunda bir diğer önemli isim; Akira Yamaoka'dır.










Yamaoka'nın en bilinen eserleri, meşhur korku-macera oyunu serisi "Silent Hill" için yazılmıştır. Esasında çok başarılı bir gitarist/bestekar olan Yamaoka, 99 yılında piyasaya sürülen ilk Silent Hill oyunuyla beraber, bu dünyaya ilk adımını atmıştır.

Yarı Rock, yarı elektronik şarkılar bestelemenin yanısıra, aynı zamanda da oyuna korku havasını çok çok iyi veren ses efektlerini de bizzat kendisi düzenlemiştir. Ne olduğu anlaşılmayan, şeytani ve acı verici ses efektlerini öyle bir düzenlemiştir ki, duyduğunuz anda tüyleriniz diken diken olur.


Bu efektleri bir yana bırakırsak, özellikle "Laura's Theme" ve "Silent Hill Main Theme" parçalarıyla tanınmış olup, serinin diğer oyunlarına yazdığı ve Melissa Williamson (Mary Elizabeth McGylnn)'ın seslendirdiği; "You're Not Here",   "Letter From The Lost Days", "I Want Love", "Tender Sugar", "Your Rain" ve "Room of Angel" parçaları ile bu ününü perçinlemiştir.

Ayrıca Joe Romersa'nın seslendirdiği "Hometown" şarkısı vardır; bu şarkı "Silent Hill Main Theme" parçasının vokal kazandırılmış halidir.

Dinlerken aklınızı alıp başka diyarlara götüren atmosferiyle, sizlere değişik bir tecrübe sunar Yamaoka. Kolay kolay bir oyuna bu kadar kaliteli parçalar bestelenmemiştir. Genellikle orkestral besteler tercih edilir. Bu da çok klişe Amerikan filmleri havası verir oyuna. Ama Yamaoka, oyuna hem hüzün ve merak, hem de Uzakdoğu havasını veren öğelerle süsler bestelerini. Bazen anlamsız, aksak ritimler, bazen ne olduğu belirsiz garip ve ritmik sesler kullanır parçalarında. Bu da atmosferi daha başka bir boyuta taşır. 


Ayrıca, Japonya'da verdiği bir konser de bulunmaktadır. Japonya'da çok saygı gören bir isim olduğu için, binlerce insan katılmıştır bu konsere ve Japon senfoni orkestrasıyla beraber parçalarını çalmıştır. Özellikle de "Laura's Theme" parçası çok başarılı olmuştur. Evet, az rastlanacak cinsten bir bestekardır Akira Yamaoka.

Oyun Soundtrack'leri Bölüm 1




Hepimizin müziğe sevgisi vardır. Çeşitli türlere bağlı kalarak, sevdiğimiz sanatçıları ve grupların parçalarını dinleriz. Türden kastım,
PopRock, Blues, Jazz, Sanat Müziği, Klasik Müzik vs. gibi türler. Bir de bu türlere Soundtrack'i de ekleyebiliriz.

Soundtrack nedir? Bir film için kompoze edilen parçalardır. İki türe ayırabiliriz soundtrack'leri; biri, tamamen varolan grupların/sanatçıların parçalarından oluşan bir seçme albüm.

Bu albümler orijinal kompoze şarkılardan oluşmazlar. Filme uygun görülen 
müzikler bir bir seçilir ve filme uyarlanır. Ama bir diğer tür var dır ki, bu en zor ve riskli olanıdır; orijinal kompoze müzikler. Bir filmi film yapan en önemli unsurlardan birisi, elbette ki müzikleridir. 
Anlatılmak istenen duygulara, o anın 
temposuna ve atmosferine uyması için çok dikkatli bir şekilde müzikler kararlaştırılır ve ona göre düzenlenir, yazılır, icra edilir, kaydedilir ve filme yerleştirilir. 

Soundtrack kompoze etmede en bilinen isimler; John Williams, Danny Elfman, Alan Silvestri, Ennio  Morricone, Harry Gregson Williams ve Michael Giacchino'dur.
Ancak, bu soundtrack konusu, son yıllarda ekstra bir mecra kazanmıştır; oyun soundtrack'leri.

Yıllarca soundtrack ismi filmlerle bilinmiştir. Ama değişen ve gelişen oyun sektörü sayesinde, artık neredeyse bir filme verilen müzikal önem kadar, oyunlara da önem verilmeye başlandı. Özellikle de
2000'li yıllardan itibaren iyice kendini göstermeye başladı. Birden bire, en meşhur müzik bestekarları bile kalkıp, bilgisayar oyunları için müzikler yazmaya başladı. Bunun en meşhur örneklerinden birisi Stuart Chatwood'dur. 


Chatwood, 90'ların meşhur grubu The Tea Party'nin basçısı ve müzikal düzenleyicisidir.

Jeff Martin şarkıları yazar,  Chatwood da bunları aranje eder, altyapı kazandırırdı. Grup 2000'lerin ortasında dağılınca, Chatwood bu yeteneğini soundtrack'ler üzerinden devam ettirmek istedi.


Bunun ilk adımını da, efsanevi oyun Prince of Persia'nın yeniden çevrimi olan "Sands of Time" ile atmıştır. 

The Tea Party'nin Oryantal-Rock havasını aynen oyuna taşıyıp, Pers prensine, Pers atmosferini kazandırmıştır. İlerleyen yıllarda da, "Warrior Within", "The Two Thornes" ve yeni "Prince of Persia (2008)" oyunlarının parçalarını bestelemiştir.

26 Şubat 2009 Perşembe

Rüzgar Gibi Esti

15 Şubat 2009 Pazar

Can Kurtaran Part 1

23 Kasım 2008 Pazar

Güne Metallica dinleyerek başlamak

Saçma geliyor değil mi? Ki benim sabahları televizyon gürültüsüne bile tahammülüm olmaz. Ama sevgilimi yanımda hissetme projelerim dahilinde bugün yaptığım ilk şey bilgisayarı açıp gümbürük gümbürük metallica dinlemek oldu. Sonuç? Evet Dylan, my dear yanımda gibisin. Hell yeah. Ulan insan sabah sabah nasıl gaza geliyor inanmak elde değil. Yoga yapmak için enerji hissettim içimde. Tv 8 i açıp yoga tv'deki elastik ablaları taklit etmeye çalışırken kendime gülmekten altıma edebilecek durumdayım.

22 Ekim 2008 Çarşamba

Dylan Dog’un İtalya Günlüğü



1. Hafta

 

3 Ekim 2008

 

Saat 13:10’da bindiğim ve inanılmaz derecede döküntü olan Myair firmasına ait uçak, saat 14:30 sularında Milano-Bergamo havaalanına iniş yaptı. Bilmediğim bu yabancı ülkede, az çok yön bul-

ma duygum gelişmiş olduğu için, hiç zorlanmadan “Shuttle” dedikleri, Milano’ya giden otobüslere bindim. 1,5 saat süren yolculuktan sonra, otobüs beni tren garında indirdi. Hemen bilet gişesinde kuyruğa girdim ve Parma trenine bir bilet aldım. Yarım saat kadar peronda bir ordan bir oraya dolaştım. Gözüm bir yandan tren kalkış saatlerini gösteren tabeladaydı. 

Hazı trenimi beklerken, memleketimi arayayım dedim. Telefon kulübelerinin önüne geldim ama, nasıl kullanılır bilmiyordum. Doğru düzgün bozuk param bile yoktu cebimde. Tam o sırada İtalyan bir amca yanaştı yanıma. Bana İtalyanca bir şeyler söyledi, söyledi ve söyledi. Ben tabi “ne diyon emce” modunda, tek kelime bile anlamadan dinliyordum. Taa ki amcaya “internazionale telefono” diyinceye kadar. Amca durumu kavradı, başladı “va bene, va bene” demeye. Anlaşabildik amcayla sonunda. Bana anlattı, dedi ki “prima linea zero zero”… yani “önce 00 diye tuşla. Ardından da; “quindi comporre il vostro codice internazionale” tabi ben önce dedim “hö?” ama sonra çaktım durumu ve hemen 00’ın ardına ülke kodum olan “90”ı ekledim ve anacuğuma ulaştım. 3 Euro’ya konuşmaya başladım. 

Anam, daha “iyim ben, vardım. Siz nasılsınız?” dedim, bir de baktım kontör miktarı olmuş 1 Euro. Son kontörümü de İtalya’da beni karşılayacak olan Giulia’ya harcayıp, vardığımı haber ettim. Sonrasında zaten trenim de varır perona, ben de ona atlar ve yola koyulurum.1 saatlik yolculuğun ardından, sonunda meşhur Parma’ya ulaşabildim. Hemen çıkışa koştum ve tekrar bir kart aldım. Hemen Giulia’nın bana numarasını verdiği taksici Paolo’yu aradım. Adamla bir şekilde anlaşmaya çalıştım durdum. O diyor; “How will I know you? I have a Brown jacket. You see me?”. Ben de etrafıma bakıyorum ama, abi her taraf Brown jacket’lı dolu. Hangisi Paolo arkadaşım? 

Neyse tam o sırada bir adamla göz göze geldim, hemen el salladı. Koştum yanına, bindik dışarıda bekleyen sivil taksiye. Yol boyu; “who is your grandmother? Do you watch football?” gibisinden geyikler çevire çevire Colorno kasabasına vardık.22 Euro vererek, beni Colorno’daki Alma House 2 denen öğrenci evine bıraktı Paolo. Hemen eşyalarımı attım odaya, Biraz internet, biraz haberleşmeye çalışma diyerekten geceyi getirdim ve hemen vurdum kafayı yattım.

 

4 Ekim 2008

 

Günlerden cumartesi. Doğal olarak bari biraz kasabayı tanıyalım, ne menem bir yerdir burası diyelim. Hemen attım kendimi dışarı. Anam, o da ne? Adeta bir hayalet şehir. Herkes kaybolmuş. Sokaklarda tek tük insanlar. Araba bile geçmiyor yoldan. Bari yiyecek bir şeyler alayım dedim, başladım dükkan, market falan aramaya. Ama yok, hepsi kapalı. İyiden iyiye karnım guruldamaya başladı. 

Ne yapacağım ben şimdi diye düşünmeye çalışırken, bir pastane bulurum. Hem de açık! Hemen daldım içeri, dedim “şu şu şu ve şu”… ancak şöyle bir durum vardı ki; cebimde bütün bir 500 Euro durmaktaydı. Ben bunu bozamam dedi pastaneci. Doğal olarak başım eğik ve elim boş çıktım dışarı. Gittim açık bir ufacık bakkal buldum. Adamın sattığı tek şey çikolata ve sigara. Hay lanet olsun, aldım bir Snickers, koştum eve. Yedim çikolatamı, az biraz kendime geldim. Ama İtalya’ya geldiğimden beridir bir şey yemiyordum.

 Doğal olarak açım abi. Ne yiyecek bir şey var, ne de içecek. Ölüyorum a dostlar….. derkeeen, aklıma annemin bana kurtarıcı niyetine verdiği acil durum kredi kartı gelir. Hemen evden fırladım. Gördüğüm ilk bankamatiğe kartımı şak diye yerleştiririm. 50 Euro deyip, 10ar Euro halinde param çıkagelir. İşte o anda mutluluktan ağlayacaktım. 1 gün boyunca aç dolaştıktan sonra, sonunda yemek yiyebilecektim. Hemen pastaneye döndüm ve “şunu şunu şunu ve şunu yetmez, bir de şunu şunu ver!”. Doldur pastaneci deyip, torbayı kaptığım gibi eve koştum. Hemen ne kadar tuzlu şey varsa aldığım, hepsini mideye indirdim. Mutlu mesut uykuya daldım işte o an…