Bir başka ünlü besteci de, Danimarkalı Jesper Kyd'dir.
4 Mart 2009 Çarşamba
Oyun Soundtrack'leri Bölüm 3
Bir başka ünlü besteci de, Danimarkalı Jesper Kyd'dir.
Oyun Soundtrack'leri Bölüm 2
Oyunların soundtrack'leri konusunda bir diğer önemli isim; Akira Yamaoka'dır.
Oyun Soundtrack'leri Bölüm 1
Hepimizin müziğe sevgisi vardır. Çeşitli türlere bağlı kalarak, sevdiğimiz sanatçıları ve grupların parçalarını dinleriz. Türden kastım, Pop, Rock, Blues, Jazz, Sanat Müziği, Klasik Müzik vs. gibi türler. Bir de bu türlere Soundtrack'i de ekleyebiliriz.
Yıllarca soundtrack ismi filmlerle bilinmiştir. Ama değişen ve gelişen oyun sektörü sayesinde, artık neredeyse bir filme verilen müzikal önem kadar, oyunlara da önem verilmeye başlandı. Özellikle de 2000'li yıllardan itibaren iyice kendini göstermeye başladı. Birden bire, en meşhur müzik bestekarları bile kalkıp, bilgisayar oyunları için müzikler yazmaya başladı. Bunun en meşhur örneklerinden birisi Stuart Chatwood'dur.
26 Şubat 2009 Perşembe
15 Şubat 2009 Pazar
23 Kasım 2008 Pazar
Güne Metallica dinleyerek başlamak
22 Ekim 2008 Çarşamba
Dylan Dog’un İtalya Günlüğü
3 Ekim 2008
Saat 13:10’da bindiğim ve inanılmaz derecede döküntü olan Myair firmasına ait uçak, saat 14:30 sularında Milano-Bergamo havaalanına iniş yaptı. Bilmediğim bu yabancı ülkede, az çok yön bul-
ma duygum gelişmiş olduğu için, hiç zorlanmadan “Shuttle” dedikleri, Milano’ya giden otobüslere bindim. 1,5 saat süren yolculuktan sonra, otobüs beni tren garında indirdi. Hemen bilet gişesinde kuyruğa girdim ve Parma trenine bir bilet aldım. Yarım saat kadar peronda bir ordan bir oraya dolaştım. Gözüm bir yandan tren kalkış saatlerini gösteren tabeladaydı.Hazı trenimi beklerken, memleketimi arayayım dedim. Telefon kulübelerinin önüne geldim ama, nasıl kullanılır bilmiyordum. Doğru düzgün bozuk param bile yoktu cebimde. Tam o sırada İtalyan bir amca yanaştı yanıma. Bana İtalyanca bir şeyler söyledi, söyledi ve söyledi. Ben tabi “ne diyon emce” modunda, tek kelime bile anlamadan dinliyordum. Taa ki amcaya “internazionale telefono” diyinceye kadar. Amca durumu kavradı, başladı “va bene, va bene” demeye. Anlaşabildik amcayla sonunda. Bana anlattı, dedi ki “prima linea zero zero”… yani “önce 00 diye tuşla. Ardından da; “quindi comporre il vostro codice internazionale” tabi ben önce dedim “hö?” ama sonra çaktım durumu ve hemen 00’ın ardına ülke kodum olan “90”ı ekledim ve anacuğuma ulaştım. 3 Euro’ya konuşmaya başladım.
Anam, daha “iyim ben, vardım. Siz nasılsınız?” dedim, bir de baktım kontör miktarı olmuş 1 Euro. Son kontörümü de İtalya’da beni karşılayacak olan Giulia’ya harcayıp, vardığımı haber ettim. Sonrasında zaten trenim de varır perona, ben de ona atlar ve yola koyulurum.1 saatlik yolculuğun ardından, sonunda meşhur Parma’ya ulaşabildim. Hemen çıkışa koştum ve tekrar bir kart aldım. Hemen Giulia’nın bana numarasını verdiği taksici Paolo’yu aradım. Adamla bir şekilde anlaşmaya çalıştım durdum. O diyor; “How will I know you? I have a Brown jacket. You see me?”. Ben de etrafıma bakıyorum ama, abi her taraf Brown jacket’lı dolu. Hangisi Paolo arkadaşım?
Neyse tam o sırada bir adamla göz göze geldim, hemen el salladı. Koştum yanına, bindik dışarıda bekleyen sivil taksiye. Yol boyu; “who is your grandmother? Do you watch football?” gibisinden geyikler çevire çevire Colorno kasabasına vardık.22 Euro vererek, beni Colorno’daki Alma House 2 denen öğrenci evine bıraktı Paolo. Hemen eşyalarımı attım odaya, Biraz internet, biraz haberleşmeye çalışma diyerekten geceyi getirdim ve hemen vurdum kafayı yattım.
4 Ekim 2008
Günlerden cumartesi. Doğal olarak bari biraz kasabayı tanıyalım, ne menem bir yerdir burası diyelim. Hemen attım kendimi dışarı. Anam, o da ne? Adeta bir hayalet şehir. Herkes kaybolmuş. Sokaklarda tek tük insanlar. Araba bile geçmiyor yoldan. Bari yiyecek bir şeyler alayım dedim, başladım dükkan, market falan aramaya. Ama yok, hepsi kapalı. İyiden iyiye karnım guruldamaya başladı.
Ne yapacağım ben şimdi diye düşünmeye çalışırken, bir pastane bulurum. Hem de açık! Hemen daldım içeri, dedim “şu şu şu ve şu”… ancak şöyle bir durum vardı ki; cebimde bütün bir 500 Euro durmaktaydı. Ben bunu bozamam dedi pastaneci. Doğal olarak başım eğik ve elim boş çıktım dışarı. Gittim açık bir ufacık bakkal buldum. Adamın sattığı tek şey çikolata ve sigara. Hay lanet olsun, aldım bir Snickers, koştum eve. Yedim çikolatamı, az biraz kendime geldim. Ama İtalya’ya geldiğimden beridir bir şey yemiyordum.
Doğal olarak açım abi. Ne yiyecek bir şey var, ne de içecek. Ölüyorum a dostlar….. derkeeen, aklıma annemin bana kurtarıcı niyetine verdiği acil durum kredi kartı gelir. Hemen evden fırladım. Gördüğüm ilk bankamatiğe kartımı şak diye yerleştiririm. 50 Euro deyip, 10ar Euro halinde param çıkagelir. İşte o anda mutluluktan ağlayacaktım. 1 gün boyunca aç dolaştıktan sonra, sonunda yemek yiyebilecektim. Hemen pastaneye döndüm ve “şunu şunu şunu ve şunu yetmez, bir de şunu şunu ver!”. Doldur pastaneci deyip, torbayı kaptığım gibi eve koştum. Hemen ne kadar tuzlu şey varsa aldığım, hepsini mideye indirdim. Mutlu mesut uykuya daldım işte o an…